Geçen dönem1 bir ara bir öğrenci yazıp görüşme talep etti. Ders çıkışında buluşup selamlaştık, "buyur" dedim, "dışarıda konuşsak olur mu?" dedi. Bozuntuya vermedim ama,
"..O konuşmalardan biri demek"
dedim içimden. "Tabii" dedim, çıktık dışarı.
Son bir buçuk yıl içinde ara ara olan bir şey bu. Hevesi kırılmış, morali bozulmuş, umudu tükenmiş öğrencilerle sohbet. Bu insanların kimisini iki-iki buçuk yıldır tanıyorum. 2020'nin Şubatında ilk tanıştığımızda gözlerinden pırıltılar fışkıran, merakları-heyecanları bulaşıcı, enerjileri tükenmez görünen bu pırlanta gibi gençlerin birçoğunun yüzünde süregiden donuklaşma, insanın içini burkuyor.
"O" konuşmaların yelpazesi geniş; önünü görmekte zorlanıp esasen biraz motivasyon, biraz da rehberlik isteyeninden, hayatta herhangi bir anlam görmeyi artık başaramayan, "intihar" kelimesini telaffuz edenine. Rehberlik/danışmanlık eğitimi olmayan biri olarak elden gelen, moral ve umut vermeye, gerçekçi olan ama karamsar olmayan şeyler söylemeye çalışmak. Dertleşmek, şakalaşmak, belki tecrübe paylaşmak. Ve ciddi görünen durumlarda, uzman desteği almak için teşvik etmek.
-
Bu işin -sanırım- ilk başladığı an, bir araştırma grubu toplantısı idi. Pandemi kapanmaları zamanı, 15-20 kişi Zoom'daydık. Teknik konularda konuşmanın pek de anlamlı olmayacağı kısa süre içinde ortaya çıkınca, hoca forumlarında tecrübeli/uzman arkadaşların böyle durumlar için verdiği tavsiyeler aklımda, başladık dertleşmeye.
Rektör ataması sonrası öğrenci protestolarına verilen "cevap" idi ana konu. Öğrenci evlerinin kapılarının kırıldığı görüntüler, hapse giren arkadaşları, şiddet görenlerin hikayeleri. Hepimizin bildiği, gördüğü şeylerdi ama insan bazen herkesin bildiğini bir kez daha paylaşarak sağaltabiliyor kendini ve birbirini.
Olanları tekrar anlatma faslından sonra kendilerinden bahsetmeye başladılar. Gece sokaktan "çakarlı" araba geçtiğinde duvarda ışıkları görüp, kendisini "almaya" geldiklerini düşünüp yattığı yere sinenler. Uykulardan kabusla uyananlar. Sistematik sosyal medya kışkırtmaları sonrası sokakta Boğaziçi montuna laf atılınca donakalıp ne yapacağını bilemeyenler.
Ruhlar sarsılmış, moraller bozulmuştu ama tüm bunların yanında, daha sonra da tekrar tekrar tanık olacağım bir şey daha vardı: Siyasetten en uzak olanların bile gözlerinde, yaşananlara dair içten bir öfke ve kırılması zor bir inat.
O günkü sohbet kime ne kadar şifa oldu bilmiyorum. "Hoca" olarak bir faydam dokunsun isteyip bu ilk seferde pek de bir şey beceremediğimi düşündüğüm için beni esasen biraz zorlamıştı. Bu dönemin kesitlerinden/olası özetlerinden biri: Birileri "yukarıdan" örneğin polisin bir öğrencinin kafasını minibüse vurmasının ne kadar da usturuplu bir davranış olduğunu açıklayan mesajlar yazarken, biz "aşağıda" o öğrencinin ve o görüntülere tanık olan arkadaşlarının yaşadığı travmanın etkisini azaltmaya çabalıyoruz.
-
Sınıfa görüşmeye gelen arkadaşla havadan-sudan konuşarak indik merdivenleri, dışarı çıktık. Bir daha dönüp baktım merakla yüzüne. Konuyu açmak yerine bu sefer de "hocam binanın arka tarafına gidip orada konuşsak olur mu?" dedi.
Böyle ekstra bir mahremiyet talebi o ilk zamanlarda gelmiş olsa işaret ettiği ciddiyet yüzünden belki iyice tedirgin ederdi ama artık sadece bir "kalibrasyon" yapmaya sebebiyet veriyordu. "Tabii", dedim. "O" durumların biraz daha ciddi olanlarındandı demek. Ağır bir şey olacaktı ama muhtemelen ilk defa göreceğim bir şey olmayacaktı. Olası durumlar, denilebilecekler dönmeye başladı kafamda.
Binanın köşesini dönüp havadan-sudan konuşarak yürümeye devam ederken, göz ucuyla yan tarafta bir kalabalık fark ettim.
-
Bizimkilerle ilk tanıştığım, okulda çalışmaya başladığım o Şubat 2020'de, resmen bir Boğaziçi çalışanı değildim henüz; bir TÜBİTAK bursiyeri olarak başlamıştım işe. Resmen de okulun bir elemanı olacağım günü dört gözle bekliyordum ama bekleme çeşitli sebeplerden biraz uzun sürecekti. Yaklaşık iki yılın sonunda muradıma erdiğimde, okula olanlar olmuştu. Ben gene mutluydum ama biraz buruk bir mutluluktu bu artık. Normal şartlarda hayatımda önemli bir geçiş noktası olarak göreceğim, güle-oynaya kutlayacağım bu parlak gelişme, olayların akışı içinde çözünüp o parlak renginin ancak bir gölgesini bırakabilmişti. Üstünden bir-iki ay geçtikten sonra bile kendi kendime hatırlatmaya çalışıyordum arada: "Bu iş oldu. Sen artık buradasın, buranın bir parçasısın. Eğreti değilsin." Hisler mantıkla-telkinle kontrol edilemiyor ama her zaman.
-
O sağdaki kalabalıkta, tanıdık yüzler vardı. Bize bakıyorlardı. Kafam amatör terapist bulutundan sıyrılıp ne olduğunu anlamaya çabalarken yanımdaki eşek sıpasına döndüm: Sırıtıyordu.
"Hocam", dedi. "Biz sizin kadro için bir kutlama yapalım dedik." 15-20 kadar öğrenci, önlerinde pastalar, yüzlerinde kocaman gülümseme.
Kaynaştık güldük, yedik içtik. Sohbete-dertleşmeye şakalara-hayallere daldık. Arada konu geldiğinde gözlerde aynı inatı gördüm, gülümsedim.
O "Ben buradayım. Buranın bir parçasıyım. Eğreti değilim." hissi, işte o gün, geldi.
Üstelik kadrosu/ataması, resmiyeti/"amir"i, hiçbirinin herhangi bir şekilde sarsamayacağı şekilde geldi.
Bu aidiyet hissi geçtiğimiz süreçte çeşitli şekillerde sınanan ama tüm bu sınamalardan zımba gibi geçebilmiş meslektaşlarımın neye sahip olduğunu artık bilmenin kıvancıyla, okula girebilen-giremeyen tüm arkadaşlarıma, kurumdaşlarıma, güzel bir dönem dileğiyle, ve dayanışmayla,
Sevgiler,
Arkadaş
2022’nin Eylül ayında Boğaziçi Üniversitesi öğretim elemanlarının yazıştığı “efsanevi” Instforum adlı e-posta grubuna yollanmış bir mesaj. Yıllardır çok geniş yelpazeden yazışmalara ve tartışmalara sahne olmuş bu grup, geçtiğimiz yıl kapatıldı.